Dolar 42,5212
Euro 49,5764
Altın 5.775,84
BİST 10.983,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Tekirdağ 14°C
Az Bulutlu
Tekirdağ
14°C
Az Bulutlu
Per 14°C
Cum 17°C
Cts 17°C
Paz 13°C

12 Eylül’den Bugüne Arabesk: Yozlaşmanın Duygu Rejimi, Sömürünün Uyuşturucu Kültürü

4 Aralık 2025 14:52 | Son Güncellenme: 4 Aralık 2025 16:19
231

12 Eylül Askeri Darbesi’yle birlikte Türkiye’nin yakasına yapışan Arabesk, yalnızca “hüzünlü şarkılar”dan ibaret değildi. Aynı zamanda Türkiye’de 12 Eylül 1980 sonrasında kurulan siyasal-ekonomik rejiminin duygular üzerindeki yönetim tekniğidir arabesk… Kentlere yığılmış yoksulların çaresizliğini, otoritenin dayattığı itaatkârlığı ve piyasalaşmanın açtığı yaraları tek bir “duygu rejimi”ne çeviren arabeskin ülkeyi bugün sürüklediği yer çok açık: kadercilik, boyun eğiş, yalnızlık ve şiddet. Bu rejim, sadece alt sınıfları değil, varlıklı kesimleri de aynı estetik ve ahlaki çukura çekmeye günümüzde de devam ediyor. Çünkü mesele sınıf konumundan ziyade, kapitalizmin kültürel hegemonyayı nasıl kurduğudur. Hangi gelir tabakasından olursa olsun kültürsüz, görgüsüz, cahil ve maganda kültüründen gelenlerin beşiği olan arabeski masaya yatırıyoruz.

12 Eylül ve neoliberal restorasyon: Zemin nasıl döşendi?

12 Eylül sonrası askeri darbenin bastırdığı sendikal hareket, kapattığı dernekler, kırdığı kolektif dayanışma, yerine “piyasanın özgürlüğü” ve “tekil kader” ideolojisini koymuştu. Kırdan kente göç, güvencesiz işçilik, gecekondulaşma ve işsizlik, arabeskin sözlerinde karşılık buldu: “kadersizim”, “yıkılsın bu dünya”, “dünyaya geldim geleli…” Böylece arabesk, toplumsal bir yara haritasını kişisel dram gibi anlatan bir dile dönüştü. Sınıf çelişkisi görünmez hale getirildi. Sömürü, “baht” ve “nasip” kavramlarıyla estetize edildi.

Devlet, piyasa, medya: Arabeskin dolaşıma sokulması

TRT’nin uzun süre görmezden geldiği arabesk, kaset piyasası, minibüs radyoları, pavyonlar ve video-film furyasıyla genişledi. Sonra özel televizyonlar ve tekelleşmiş medya, bunu “genel zevk” diye paketledi. Kültür endüstrisi, Adorno’nun tarif ettiği gibi, standardize edilmiş acıyı sonsuz döngüde üretti: benzer makamlar, benzer söz kalıpları, melodramatik klipler, mafyatik film karakterleri… Duygunun metalaşması, sömürünün görünmezleşmesinin en etkili aracına dönüştü.

Duygu siyaseti: İsyan yerine kader

Arabesk, öfkeyi örgütlü bir talebe değil, içe atılmış bir sızıya dönüştürür. “Kader” dilinin sürekli tekrarında, birey kendi yenilgisini “alın yazısı” sayar. Sınıf mücadelesi, yerini aşk acısına, patrona değil “feleğe” siteme bırakır. Böylece, üretim sürecinde yaratılan artı-değer gaspı, gündelik bilinçte “kötü talih” olur. Bu, tam da hegemonyanın işleyişidir: rızayla boyun eğiş.

Eğlence düzeni ve empoze zevk: Salonda, düğünde, lüks kulüpte aynı kalıp

Arabesk, “alt kültür” diye etiketlense de eğlence endüstrisinin tepesinde de hükmünü sürer. Düğün salonundan ultra lüks beach kulübe kadar aynı estetik tekrar eder: aşırı parlaklık, gösterişçi altın-gümüş ışıltılar, öfkeyle karışık haz, içki-şiddet ikiliği, kadın bedeninin kontrolü. Arabesk, “eğlenme”yı iki uç arasında sabitler: ya taşkınlık ya da hüzünlü teslimiyet. Ortak payda, kolektif dayanışma duygusunun yokluğu ve performatif güç gösterisidir. “Ben varım” diyemeyen yurttaş, sistemin kendisine çektirdiği sefaleti koro halinde boşluğa bağırır! Toplumsal dayanışma kuramayan, pavyon masalarında gövde gösterisi yapar. Müzik, bu gösterinin ritmidir.

“Kültürsüz”lüğün sınıfı yok mu? Varlık içinde görgüsüzlük!

Cahilce zevk sadece yoksullara özgü değildir. Kültürel sermaye eksikliği, parayla kapanmaz. Varlıklı kesimlerdeki görgüsüz tüketim, arabesk estetiğin başka bir yüzüdür. Pahalı mekânda ucuz duygu tekrarları, incelmiş zevk yerine “daha yüksek ses”, “daha büyük masa”, “daha kalın zincir”. Burada da arabesk, mülkiyetle telafi edilemeyen estetik yoksunluğu maskeler. Piyasa, zenginle yoksulu aynı sosyolojik çukura indirger. Biri “daha fazlasını satın alarak”, diğeri “kaderine razı olarak” aynı kültürel kısırdöngüde buluşur.

Mafya estetiği: Şiddetin romantize edilmesi

Arabesk filmleri ve televizyon dizileri, “delikanlılık”, “namus”, “intikam” ve “sadakat” üzerinden bir yarı-feodal ahlakı şehre taşır. Hukuk ve kamusal akıl yerine kişisel adalet mitleri dolaşıma girer. Silahın “erkekliğe” eşlik ettiği bu estetikte, sınıfsal sömürü değil “kişisel düşmanlık” görünür. Böylece örgütlü yurttaşlık fikri geriler; mafyatik düzen, normalleşen bir duygu atmosferi bulur. Sonuç: şiddete rıza üretimi.

Kadın, aile ve sessizleştirme

Arabesk söz dünyasında kadın, ya “ulaşılamayan ideal” ya da “cezalandırılması gereken ihanet” olarak resmedilir. Kadın özneliği, tutarlı bir hak talebi yerine erkek acısının malzemesi olur. Aile ise çoğu kez kapanmış bir mekân; şiddetin “münferit” sayıldığı bir sahne. Bu söylem, patriyarkanın kültürel onarımını yapar: kadın ya “kutsal anne” ya “günahkâr sevgili”dir; yurttaşlık talebi yoktur. Böylece sınıfsal sömürü, cinsiyet rejimiyle birleşir.

Arabeskin dönüşümü: Rock’tan rap’e kadar kalıp değişir, duygu siyasetiyse hep aynıdır

2000’lerden itibaren arabesk, başka türlerle karışarak (rock, rap, elektronik) “yeni” görünümler aldı. Bazı yorumlar, acıyı ironiye çevirerek eleştirel damarlar açtı; fakat ana akımda “acıdan haz üretimi” yine baskın kaldı. Şarkıların pazarlanma biçiminde, klip estetiğinde ve mekân kültüründe kaderci bireycilik yeniden üretildi. Değişen tını, aynı ideolojik çekirdeği çoğu kez taşıdı.

Arabesk ve geniş kitlelerin “donanımsız” kılınması

“Donanım” yalnızca diploma değildir; eleştirel düşünme, kamusal akıl, ortak iyiye duyarlılık demektir. Arabesk, bu donanımı iki yolla aşındırdı:

  1. Kişiselleştirme: Toplumsal sorunları bireysel talihe indirerek kamusal çözüm talebini törpüledi.
  2. Döngüselleştirme: Duyguyu sürekli tekrar ederek, acıyı politik itkiye değil, pasif tüketime çevirdi.

Bourdieu’nün deyimiyle habitus, bu tekrarlarla şekillendi: “Bizden bir şey olmaz” inancı, politik eylemsizliğin normal hâli oldu.

Aynı değneğin iki ucu

Marx’ın yabancılaşma kavramıyla bakarsak: Üretimde özne olamayan insan, tüketimde “duygu nesneleri”yle teselli arar. Arabesk, bu teselliyi pazarlar. Alt sınıf, acısını “kısmet” diye dinler; üst sınıf, boşluğunu gösterişle bastırır. İkisi de aynı metaya bağlanır: standardize edilmiş duygu. Sınıf farkı gerçek; fakat kültürel çukur ortaktır. Çünkü sömürü, duygu ekonomisini de yönetir.

“Sadece çöküş” değil: Tercihlerin mühendisliği ve çıkış yolları

Arabesk, zorla değil, alıştırılarak egemen oldu. Düğün repertuvarları, televizyon listeleri, mekân akustiği, hatta kentteki gürültü rejimi bile bu alışkanlığı besledi. O hâlde çıkış, kültürel mühendisliğin karşısına kamucu kültür politikası koymaktan geçiyor.

  • Mahalle ölçekli kültür evleri: Kolektif müzik, tiyatro, okuma atölyeleri.
  • Kamusal medya kotası: Yerel, çoğulcu ve emekçi sanatına görünürlük.
  • Müzik eğitimine erişim: Çocuk ve gençler için ücretsiz enstrüman, koro, orkestra.
  • Emek kültürü anlatıları: Belgesel, sahne sanatları ve edebiyatta emek dünyasının gerçek hikâyeleri.
  • Kadın öznesini kuran üretimler: Patriyarkayı teşhir eden, eşitliği kuran söz ve sahneler.
  • Dayanışma ritüelleri: Eğlenceyi “gösteriş”ten “ortak sevinç”e çeviren kamusal etkinlikler.

Bunlar “yüksek kültür” dayatması değil; zevki demokratikleştirme ve yurttaşlık bilincini güçlendirme adımlarıdır.

Sonuç: Duyguyu özgürleştirmek, kederi politize etmek

Arabesk, 12 Eylül’ün ardından toplumsal kırılganlığı bir kader türküsüne çevirdi; piyasa bunu çoğaltıp sattı. Yoksul da zengin de aynı duygusal kısırdöngüde sıkıştı: biri “yoksunlukla”, diğeri “gösterişle” aynı acıyı başka maskelerle taşıdı. Marksist perspektiften son söz şudur: Acı, kader değildir; üretim ilişkilerinin ürünüdür. Duygunun özgürleşmesi, ancak emeğin özgürleşmesiyle mümkündür. Müziğin görevi, acıyı uyuşturmak değil; hakikati görünür kılmak ve dayanışmayı çoğaltmaktır. Arabeski masaya yatırmak, bu yüzden yalnız müzik eleştirisi değil, toplumsal kurtuluşun kültürel eşiğidir.

Son söz yerine!

Bugün Türkiye’de yarım asırlık bir arabesk çöküntüsünün içinde yaşıyoruz. Toplumun tüm gerici unsurları bu yozlaşmanın travmasıyla hayatı her gün yeniden kahır zincirinde tüketiyor. Sömürüle sömürüle bomboş bırakılmış kitlelerin kültürel olarak toparlanmasını sağlamak mümkün mü? Elbette mümkün.

Nasıl mı? Bu gerici, karanlık, uyuşuk ve hodbin pavyon masasına bir tekme vurarak elbette. Masada bira ve sigarasıyla çile çeken işçi de, altın gerdanlığıyla viskisini yudumlarken her türlü pisliği çevirmeye niyetli kalantor da işte böyle böyle dağılır. Tarih, bu tekmeyi kimin çakacağını bilenlerle ilerleyecek. Masaya kimin tekmeyi çakacağını biliyoruz değil mi?

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Trakya Haber

Trakya Politik

Trakya Gazetesi