Kameranın Göstermediği Faşizm!
“Faşizm, sivil toplumun çöküşüdür. Devletin tüm ağırlığı, çıplak güç olarak bireyin üzerine çöker.” Antonio Gramsci
Tesadüflerin tarihsel anlamları vardır.
Dr. İpek Elif Atayman, yüksek lisans tezini Costa-Gavras sineması üzerine yapmış bir iletişimci, bir akademisyen, geçmiş dönemin Medya A.Ş. yöneticisi. Bugün ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne düzenlenen operasyon kapsamında cezaevinde. MASAK raporlarında adı yok, HTS kayıtlarında suç izi bulunmuyor. Hakkında yöneltilmiş somut bir suçlama dahi yok. Buna rağmen 80 günü aşkın süredir tutuklu. Ailesine ve avukatlarına haber bile verilmeden sekiz saat süren bir yolculukla, kelepçeli olarak, Silivri’den Afyon’a sevk ediliyor. Götürüldüğü yerde beş gün yerde yatıyor. Görüşme hakkı haftada sadece on dakika.
İronik olan şu: Yüksek lisans tezinde, devletin adalet kisvesi altında işlediği sistematik baskıları sinema diliyle analiz etmiş bir kadın, şimdi aynı dili konuşan bir rejimin doğrudan hedefi hâline gelmiş durumda.
Gavras sineması faşizmi tüm yönleriyle ele alan ve deşifre eden bir özelliği içinde barındırır. Onun sinema dili bir tür politik röntgencilik değildir. Orada kamera bir teşhir aracı değil, bir vicdan dürbünüdür. Devletin perde arkasını gösterir. Gösterdiği şeyler tanıdık gelir: Bürokratların suskunluğu, yargıçların eğreti kararlılığı, polislerin “emir aldım” diyerek sıyrılmaya çalışması, medyanın korkuyla susması… Gavras’ın 1969 yapımı Z filminde bu yapı çözüldüğünde, karşımıza yalnızca bir cinayet değil, sistematik bir yok etme politikası çıkar.
Günümüz Faşizminin Dayanılmaz Hafifliği
Bugün ve on yıllardan beri Türkiye’de olan tam da budur. Bir suç yoktur, fakat bir ceza vardır. Bir delil yoktur, ama kelepçe vardır. Bir yargı süreci yoktur, fakat infaz çoktan başlamıştır. “Sömürge tipi faşizm” tahlillerinden bu yana tam yarım asır geçti.
O dönem tanımlanan baskı rejimi, doğrudan müdahale eden, askerî zorla tahkim edilmiş, kaba kuvvetin ideolojik gömlekle cilalandığı bir yapıydı. Sokaklar açık şiddetin, adliyeler emirle çalışan yargıçların, gazeteler sansürün ve otosansürün sahnesiydi. Faşizm, o zamanlar postalsız düşünülemiyordu.
Bugün ise faşizm daha sessiz, daha kurumsal, daha ikna edici. Kendisini artık tanklarla değil, kurullarla; coplarla değil, mevzuatla; mahkemelerle değil, “hukuki süreç” adı verilen bir ayinle görünür kılıyor. Yönetim erki, artık sadece emretmiyor; ikna ediyor, yönlendiriyor, şekil veriyor. Suç tanımı belirsizleştiği ölçüde, cezalandırma keyfileşiyor. Birini susturmak için artık onun sesini kısmaya gerek yok. Yalnız bırakmak, itibarsızlaştırmak, çerçeveden çıkarmak yetiyor.
Düşman Hukuku Kime Karşı?
Ama değişmeyen şey şu: Hukuk hâlâ araçsallaştırılıyor, muhalefet hâlâ kriminalize ediliyor. İtiraz hâlâ cezayla, eleştiri hâlâ yalnızlaştırmayla karşılık buluyor. Devlet, kendini korumak bahanesiyle yurttaşına ve ülkeyi gerçekten refaha çıkarmak isteyenlere karşı düşmanlaşıyor.
O dönem adı konmuştu: Dışa bağımlı, içe otoriter bir yapı. Bugün bu yapı, biçim değiştirmiş olsa da işlevini kaybetmedi. Teknolojinin, medyanın, bürokrasinin ve söylemin olanaklarıyla yeniden üretildi. Artık bir rejim değil, bir alışkanlık hâline geldi: Korkmak, susmak, boyun eğmek.
Ama yine de bazı insanlar susmadı. O ilk tez yazılırken hangi bedeller ödenmişse, bugün de benzer bedelleri ödeyenler var. Çünkü her dönemin faşizmi, ona isyan eden bir vicdanla karşılaşmak zorundadır.
İşin ilginç yanı AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılından bu yana, Adalet ve Kalkınma Partisi de giderek makas değiştirdi. Avrupa Birliği’ne gözü kapalı gireceği iddiasındaki bu yapı, bugün Türkiye’yi çok ilginç bir baskı ve adaletsizlik ortamına soktu. Üstelik bu duruma en büyük itirazın AKP’yi kuran kadrolardan gelmesi de oldukça manidar.
Takım Elbiseli Faşizm…
İpek Elif Atayman’ın yaşadığı, bireysel bir mağduriyet gibi gösterilebilir. Ama esasen bu, kamunun, yani hepimizin sessizlikle onayladığı bir sistemsel şiddetin dışavurumudur. Tıpkı Gavras’ın Missing filminde Şili’de kaybolan Amerikalı gazetecinin hikâyesinde olduğu gibi. Faşizm, bazen en çok hiçbir şeyin olmadığı yerlerde kök salar. Bir mahkeme salonunda, bir emniyet koridorunda, bir koğuşta, bir çöp torbasındaki eşyaların içinde…
Gavras, İtiraf filminde Stalinist bir rejim altında yargılanan bir komünisti anlatır. Suç isnadı gerekmez. Sistem için yeterince itaatkâr olmamak başlı başına bir suçtur. Bugün Türkiye’de muhalif belediye başkanları, danışmanları, gazeteciler bu aynı çarkın içine alınmış durumda. CHP’li isimler hakkında açılan davalar, uydurma gerekçelerle yapılan soruşturmalar, artık siyasi bile değil; doğrudan ve sistematik. Bu, muhalefeti kriminalize ederek toplumu sinikleştirme politikasının bir parçası.
Faşizm yalnızca üniformalarla, tanklarla ya da tek adamla gelmez. Bazen, hukuk kılığında görünür. Bazen, “gizlilik kararı”nın ardına saklanır. Bazen, bir kamu görevlisinin çöp torbasındaki kişisel eşyalarında saklıdır.
Anladıkları Dilden Anlatma Mevsimi
Costa-Gavras’ın en güçlü yanı, seyirciyi tanık olmaya zorlamasıdır. Susan da sorumludur der. Çünkü faşizm yalnızca yapanla değil, bakanla, seyredenle, sessiz kalanla tamamlanır. Elif Atayman’a uygulanan işkence yöntemleriyle şimdi sorumluluk bize geçmiştir.
Bugün kamera yok. Film yok. Ancak gerçek, Gavras’ın senaryolarından bile karanlık. Bir kamu görevlisi, bir akademisyen, bir anne… Faşizme karşı direnişin sembolü olmuş bir yönetmenin bakış açısı hakkında tez yazmış biri… Toplumsal hafızayı taşıyan bir insanı yalnızlaştırmak, bedensel olarak cezalandırmak, bu ülkenin vicdanından ne eksiltir diye soruyorsak; cevap açık: Her şeyi.
Evet, vicdanın öldüğü noktanın adıdır faşizm!
Ve faşistler, ancak kullandıkları dilden konuşulunca kendilerine gelirler.
İnsanlık tarihi gayrısına tanıklık etmemiştir.
Şimdi faşistlere, faşist olduklarını, anladıkları dilden anlatma mevsimidir.
Dr. İpek Elif Atayman kimdir?
Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü’nü bitirdi. 1991-1998 yılları arasında çeşitli ulusal kanallarda görsel yönetmen ve muhabir olarak çalıştı. 90’lı yıllarda televizyon sektöründen ayrılarak Şişli Belediye Başkanlığı’nda Basın Yayın ve Halkla İlişkilerden sorumlu danışman olarak göreve başladı ve 11 yıl bu görevi sürdürdü. Bu süre zarfında pek çok özel kurum ve kuruluşla ortaklaşa projeler ve sosyal sorumluluk kampanyaları düzenledi. Yüksek lisansını Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde tamamlayan Dr. Atayman, siyasi kişi ve kurumların yanı sıra, çeşitli sektörlerden birçok kurum ve kuruluşta iletişim danışmanlığı ve yönetici olarak görev yaptı. 2010 yılında Marmara Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü’nden “Politik Sinema: Costa Gavras” başlıklı çalışmasıyla doktorasını aldı. Mart 2016-Ekim 2018 arasında Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda, basından sorumlu başkan danışmanlığını üstlendi. 2019 yerel seçimlerinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun iletişim ekibinde yer aldı. Atayman halen, İBB iştiraklerinden İstanbul Digital Medya AŞ’nin genel müdürlüğü görevini yapmakta ve özel bir üniversitede ders vermektedir. Aynı zamanda Basın Konseyi Vakfı Yönetim Kurulu ve Marmara Grubu Vakfı Akademik Konsey üyesidir. Dr. İpek Elif Atayman bir çocuk annesidir.