Dolar 41,2951
Euro 48,3745
Altın 4.805,30
BİST 10.606,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Tekirdağ 27°C
Parçalı Bulutlu
Tekirdağ
27°C
Parçalı Bulutlu
Per 27°C
Cum 28°C
Cts 28°C
Paz 26°C

Memurlar Neden Sefalet Ücreti Alıyor?

11 Nisan 2025 10:05 | Son Güncellenme: 11 Nisan 2025 10:10
684

Dün Ankara’da, AKP Genel Merkezi önünde bir polis memuru beylik tabancasıyla yaşamına son verdi. Görev başında, üniformalı, silahlı ve yalnız bir adamdı. O kurşun sadece kendi bedenine değil, aslında devlete, sisteme, yönetene, yönetime, hatta topluma sıkıldı. Çünkü o an, o yerde bir birey değil, bir temsil vardı. Ve o temsilin adı: memuriyetti.

Bir zamanlar “devlet kapısı” deyimiyle kutsanan memuriyet, şimdilerde ise gençlerin kabusu, atanamayan öğretmenlerin mezarı, düşük maaşlı mühendislerin hayal kırıklığı oldu. Artık tek bir anlamı var: “Geçinememek.”


Antik Değer, Modern Çöküş

Memuriyet, Antik Yunan’da “polis”e (şehir) hizmet demekti. Roma’da kamu hizmeti kutsal sayılır, devlet adamlığı erdemle özdeşleştirilirdi. Osmanlı’da “reisülküttab”tan “defterdar”a dek görevler yüksek eğitim, liyakat ve ağır sınavlarla verilirdi. Cumhuriyet ise Köy Enstitüleri’yle, öğretmen okullarıyla, Maliye Mektebiyle çağdaş, ilerici bir memur kuşağı yetiştirdi.

Bugünse? İktidarın kıyak kadrolarıyla şişen bürokrasi, KPSS’siz mülakat torpilleriyle doldurulan koltuklar ve her gün daha da yoksullaşan bir kitle… Memur artık görevli değil, çaresizdir.


Liyakatin Sonu, Hantallığın Başlangıcı

Bugün kamuda görev yapan milyonlarca memur içinde kaç kişi gerçekten yerini hak ederek aldı? Ataması yapılmayan öğretmenler, iş bulamayan üniversite mezunları yıllardır liyakatsizlikle mücadele ederken, siyasi torpille girilen kurumlar kamu kaynaklarını eritiyor. Sayıştay raporları bunu yazıyor, ama kimse okumuyor.

Özellikle Emniyet Teşkilatı’nda artan alımlar, baskı dönemlerinde hız kazandı. Sayılarla güç sağlanmak istendi. Ancak bu artış, nitelik sorununu büyüttü. Ve bu büyüme, psikolojik çöküntülerle intihar vakalarına dönüştü.


Maaşlar Nasıl Eriyor? 2002–2023 Kıyaslaması

2002 yılında bir öğretmen maaşı: 618 TL (yaklaşık 17 çeyrek altın)
2023 yılında bir öğretmen maaşı: 30.000 TL civarı (yaklaşık 5 çeyrek altın)

Yani öğretmen maaşı 2002’ye göre % 70 oranında altına karşı değer kaybetti. Evet maaşlar rakamsal olarak arttı. Ancak bu artış, enflasyona ve alım gücüne oranlandığında bir hiç.

Asgari ücretle kıyaslandığında da tablo vahim:

  • 2002 yılında bir memur maaşı, asgari ücretin 3 katına yakındı.
  • 2023 yılında bir memur maaşı, asgari ücretin sadece 1,5–2 katı arasında.

Yetkili Sendika mı? Sarı Sendika mı?

Memurların sözde temsilcisi olan yetkili sendikalar, her toplu sözleşme döneminde hükümetle el ele, kol kola pozlar verirken, kamu çalışanı çarşıda pazarda yerlerde sürünüyor. 2021 yılında imzalanan ve memura sadece % 5’lik zam getiren sözleşmeye imza atan Memur-Sen, aynı yıl hükümetin bakanlarıyla lüks otellerde “istişare kampları”ndaydı.

2023’te, TÜİK’in enflasyonu düşük göstermesiyle birlikte zam oranı sadece % 6 olarak açıklanınca milyonlarca memur, Twitter’da #TÜİKİstifa etiketine sığındı. Ancak sendika sessizdi. Zira sendika denilen yapı hükümetin ve kendi çıkarlarının peşinde olduğunu, toplu sözleşme masasında açık unutulan mikrofonlardan sızdıralı çok olmuştu.


24 Ocak ve 12 Eylül: Ezilen Kamu Emekçileri

1980’de uygulanan 24 Ocak Kararları, Türkiye’yi neoliberalizme açtı. En büyük darbe ücretlilere, kamu emekçilerine ve çiftçilere indi. 12 Eylül Askerî Darbesi ise bu kararların silahla uygulanmasını sağladı.

1980’de bir müfettişin maaşı ile 7 Cumhuriyet altını alınabiliyorken, 1982’de bu sayı 2 altına kadar düştü. Grev yasaklandı, sendikalar kapatıldı. İşçiler sokaklardan, memurlar kürsülerden silindi. Ardından gelen Turgut Özal dönemi ise bu durumu meşrulaştırdı.

Ve Turgut Özal’ın ağzından dökülen o meşhur söz:
“Benim memurum işini bilir.”

Bu söz, liyakati değil, kıvraklığı; bilgiyi değil, köşeyi dönmeyi övdü. Rüşvetin “çay parası”na dönüştüğü bir dönem başladı. Devletin işleri, devletin adamları tarafından değil, “kurnaz” memurlar tarafından yürütüldü. Örnek mi? 1987’deki İller Bankası skandalı, 1991’de Maliye Teftiş Kurulu’nda rüşvetle kadro ayarlamaları, 1994’te yolsuzlukla anılan Tapu Kadastro operasyonları…


Bugünün Dramı: Geçinemeyen Bürokratlar, Açlık Sınırında Uzmanlar

Bugün Türkiye’de:

  • Asgari ücret 22.104 TL, ama bu rakam dahi bırakın yoksulluğu, açlık sınırının bile çok altında.
  • Belediyelerde toplu sözleşmelerle belirlenen ücretler 45.000–60.000 TL seviyesindeyken,
  • Devletin “uzman” diye andığı kamu personeli reel olarak 45.000 TL bile alamıyor.

Bir kamu müfettişi, bir mühendis, bir maliye uzmanı, bir doktor… Hepsi ya yurt dışı planı yapıyor, ya da özel sektöre geçmek için yol arıyor.

Çokuluslu şirketlerin Türkiye şubelerinde asgari maaş 45.000–70.000 TL arasında. Yani devletin kendi çalışanını ayakta tutacak gücü yok. Bu güçsüzlük, liyakatli insanları kamudan koparıyor. Devlet boşalıyor, halk savunmasız kalıyor.


Sonuç: Hantallık, Yozlaşma ve Bir Mesleğin İntiharı

Memuriyet artık geçim kapısı değil, çaresizlik bataklığı. Emekliliği bekleyen yaşlı memurlar, yeni alımlarla sistem dışına itilen genç mezunlar, ve intiharın eşiğine gelen kamu görevlileri… Bütün bu tablo, devletin itibar kaybını gösteriyor.

Memuriyetin tarihi değerinin, kültürel ağırlığının ve toplumsal misyonunun bu kadar hızla çürütülmesi; yalnızca ekonomiyle açıklanamaz. Bu bir yönetim krizidir. Bu bir etik sorunudur. Bu bir vicdan iflasıdır.

Ve bugün bir memur, kurşununu sıktığında; aslında hepimizin içinden bir parça daha kopuyor. Canını ve malını devlet memuruna emanet etmek durumunda olan toplumun tüm bireyleri her gün biraz daha öldüğünü hissediyor.


Devletin Çürütülen Yapısı, Memurun Tükenen Umudu

Memuriyet bir zamanlar milletin namusuydu. Cumhuriyetin aydınlığıyla yetişmiş öğretmenler, mühendisler, doktorlar ve polisler; bu ülkenin alın teriydi, omurgasıydı. Oysa şimdi, yıllardır süren sağ iktidarların elinde bu kutsal meslek yozlaştırıldı, çürütüldü, ayaklar altına alındı.

Devletin kadroları; ahbap-çavuş ilişkileriyle, kokuşmuş cemaat ağlarıyla, partizan mülakatlarla doldurulurken, “Benim memurum işini bilir” diyen Turgut Özal’dan Erdoğan’a dek uzanan siyaset zinciri, liyakati değil sadakati ödüllendirdi. Ve bu düzenin adı halkın gözünde artık sadece bir durumla özdeşleşti: Yolsuzluk. Yolsuzluk arttıkça yoksulluk da arttı. Bu düzen, şimdi Kanal İstanbul denilen ve bırakın toplumu falan, ekolojik olarak tüm coğrafyayı öldürecek bir rant hırsıyla “Benim haberim olmadan kupon arazilerin satışı olmayacak” iştahına kadar vardı.

Bugün devlet, kendi memuruna insanca bir yaşam sunamıyor. Çünkü devlet, artık bir kamu erki değil; yandaşların rant sofrası, partizanların kadro çöplüğü, cemaatlerin arka bahçesi haline getirildi. Memur ise bu soytarılığın yükünü taşıyan onurlu ama ezilen bir emekçidir.

Uğur Mumcu, yıllar önce haykırmıştı:
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların ülkesi burası. Bilgiye düşman, aydına düşman, hakikate düşman bir zihniyetle yönetiliyoruz.”

Bugün o zihniyet; devletin tüm damarlarına işlemiş, liyakati ezmiş, adaleti sakatlamış, devleti bir şahıs şirketine çevirmiştir. Ve bu şirketin kasası doldukça, memurun cebi boşalmıştır.

İşte bu yüzden bugün bir öğretmen sabah aç karnına derse giriyor. Bir doktor ikinci işte çalışıyor. Bir mühendis özel sektöre kaçmak için İngilizce kursunda. Ve bir polis, silahını kendi başına doğrultuyor.

Ve ne acıdır ki…
Uğur Mumcu arabasına konan hain bomba ile
Gaffar Okkan bedenini parçalayan Hizbullah kurşunları ile
Aynı 24 Ocak’ta, aynı karanlık düzenin çocukları tarafından bırakılmış birer zehirli mirastır.
Ve her biri bize tek bir şeyi fısıldar:
Bu ülkede doğrular yalnız, onurlular aç, hakikat ise öksüzdür.


Uğur Mumcu ne demişti?
“Bir memleketin gerçek sahipleri, o memlekette alın teri döken, emeğiyle geçinen insanlardır.”
Bugün o sahipler, kendi ülkelerinde ikinci sınıf hayatlar yaşıyor.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Trakya Haber

Trakya Politik

Trakya Gazetesi