Dolar 41,2792
Euro 48,9601
Altın 4.890,64
BİST 11.165,85
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Tekirdağ 27°C
Parçalı Bulutlu
Tekirdağ
27°C
Parçalı Bulutlu
Pts 27°C
Sal 26°C
Çar 26°C
Per 25°C

KILIÇDAROĞLU’NA BU YAZIYI KİM VERDİ?

17 Eylül 2025 12:24 | Son Güncellenme: 17 Eylül 2025 16:04
364

Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçim yenilgisinin ardından iki yıldan fazla geçti. Bu tarihsel sürecin ardından CHP’nin 38. Kurultayında Kılıçdaroğlu’nun tahtından inmesinin üzerinden ise tam iki yıl geçti. İktidar eliyle ve hukuk marifetiyle yeniden partinin başına geçmesi gündeme gelen Kılıçdaroğlu bu konudaki niyeti konusunda sessizliğini uzun süredir koruyor. Sükût ikrardan gelir.

Bu konuda “İstemem yan cebime koy” tavrını sürdüren Kemal Bey, dün T24 İnternet sitesinde kendi ismiyle, kendince teorik derinliği olan bir yazı yayınlattı. Solun ve sol değerlerin nerede olduğunu aradığımız bu yazıda, soldan uzaklaşmış olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun giderek sağa daha fazla yaslandığını anımsatmak da farz oldu.

Gramsci ile başlayan ama Gramsci’siz biten bir “sol” anlatı

Kemal Kılıçdaroğlu, yazısına Antonio Gramsci’nin sıkça alıntılanan “Eskinin öldüğü ama yeninin doğmadığı” sözleriyle giriş yapıyor. Ne var ki, Gramsci’yi bir kapı eşiği olarak kullanıp ardından sermaye merkezli, reformist, hatta liberal önermelere yaslanarak devam ediyor. Oysa Gramsci, egemen sınıfların rızayı nasıl ürettiğini, ideolojik aygıtlarla toplumu nasıl kuşattığını anlatıyordu. Kılıçdaroğlu’nun yazısı ise bu hegemonya çözümlemesinin tam tersine, mevcut kapitalist yapıya “daha iyi planlama”, “daha otoriter-piyasacı devlet kurumu”, “daha adil vergi sistemi” önererek sanki kapitalizm içi bir tamirata indirgeniyor.

Küreselleşme okumasındaki çelişki

Kılıçdaroğlu küreselleşmeyi üç dalga halinde anlatıyor, fakat her seferinde sorunu üretim ilişkilerinden koparıp “kuralların bozulması” ve “ABD’nin hoyratlığı” çerçevesine sıkıştırıyor. Solun bakışı ise çok daha net: Küreselleşme, kapitalizmin tarihsel genişleme zorunluluğunun farklı evreleridir. 19. yüzyılın sömürgeciliği ile 1980 sonrası neoliberal saldırı aynı kökten beslenir. Marx’ın Kapital’de yazdığı gibi, sermaye kendi genişlemesi için sürekli sınırları aşar. Kılıçdaroğlu’nun okuması ise bu yapısal gerçeği gizleyip, liberal kurumların “altın çağı”nı nostaljik biçimde övüyor. Bu, sol değil, merkez liberalizmin bakış açısıdır.

“Tekno-derebeyler” söyleminin yüzeyselliği

Küresel şirketleri “tekno-feodal beyler” diye nitelemek kulağa radikal geliyor. Ancak Kılıçdaroğlu’nun çıkardığı sonuçlar tamamen reformist: “Daha çok planlama, daha çok regülasyon, Türkiye’nin kendi dijital parasını üretmesi…” Oysa solun yanıtı şudur: Bu şirketlerin toplum üzerindeki egemenliğini kırmanın yolu mülkiyet ilişkisini sorgulamaktan, yani kamulaştırmadan ve emeğin örgütlü gücünü yükseltmekten geçer. “Ulus devletleri güçlendirelim” önerisi, sol jargona sığınsa da gerçekte devlet kapitalizminin yüceltilmesinden başka bir şey değildir.

Rodrik’in üçlü açmazı: Liberal çerçevenin kabulü

Yazıda sık sık ekonomist Dani Rodrik’in “imkânsız üçlü” modeline referans var: küreselleşme, ulus devlet ve demokrasi aynı anda olamaz. Ancak bu çerçeve baştan liberal varsayımlara dayanır. Sol için mesele, bu üçlü arasında seçim yapmak değil; üretim araçlarının kime ait olduğu, emeğin sömürüsünün nasıl örgütlendiğidir. Rodrik’in modeli kapitalizmin içindeki çatışmaları analiz eder, ama onu aşmayı değil, ona uyumlu “daha iyi yönetim”i önerir. Kılıçdaroğlu’nun bunu sahiplenmesi, sosyalist değil, teknokratik bir pozisyondur.

ABD’nin eleştirisindeki eksik halka

Kılıçdaroğlu ABD’nin çifte standardını, İsrail’e verdiği koşulsuz desteği ve doları küresel silah gibi kullanmasını eleştiriyor. Fakat bu eleştiriler emperyalizmin yapısal niteliğine değil, “ABD kuralları eskiden daha çok dikkate alıyordu, şimdi etmiyor” sızlanmasına indirgeniyor. Lenin’in Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması eserinde çizdiği tabloya tam bir körlük söz konusu. Kapitalizmin emperyalist niteliği değişmez; dönemsel olarak daha “kurallı” ya da “kuralsız” hale gelmesi, onun özünü değiştirmez. Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımı ise sol değil, “daha iyi müttefiklik” arayışına benzeyen bir dış politika önerisidir.

Burada bir virgül koyalım. Elbette hiç kimse Kılıçdaroğlu’ndan bir Lenin okuması yapmasını beklemiyor. Belki sosyal demokrasinin pek çok kesiminin Lenin’in emperyalizm konusunda işaret ettikleriyle uzaktan veya yakından hiçbir alakası kalmamış halde. Ancak mesele bu değil. Bazı doğrular ve gerçekler kendisi ispat etmiş olgulardır. Bu bağlamda Lenin’in emperyalizm ve kapitalizm tahlilleri sömürü tahlilleri açısından evrensel boyuttaki gerçekler halini almış tezlerdir. Tıpkı yerçekimi olgusu, kütlenin çekim kuvveti gibi temel fizik yasalarına benzer.

Emperyalizmin ve kapitalizmin insanlığı sürükleyeceği noktanın da son tahlilde formülü bellidir. Bunun etrafından dolaşmaya çalışmak, en hafif tabiriyle Gazze’deki insanlık dramı konusunda büyük nutuklar atıp öte yandan İsrail ile ticaret yapan Siyasal İslamcıların ikiyüzlülüğüne benzer. “Liberal akıl” işte böyle vicdansız bir yöntemi ve ikiyüzlülüğü baştan kabul etmek anlamına gelir.

Türkiye için önerilerin sağa kayışı

“İç cepheyi sağlamlaştırmak” başlığı altında dile getirilen öneriler (yargı bağımsızlığı, liyakat, vergi reformu) kuşkusuz demokratikleşme için önemlidir. Ancak bunlar sol/sosyalist bir perspektif değil, merkez-sağ bir kalkınmacı programın klasik maddeleridir. “Kamu-özel işbirliği modeli savunma sanayinde işe yaradı, dijitalleşmede de uygulayalım” önermesi solun değil, neoliberalizmin dilidir. Kamu-özel ortaklığı Türkiye’de sağlıkta, ulaşımda, enerjide halkı borca ve fahiş ücretlere mahkûm etti. Sol adına konuşan bir siyasetçinin bunu önermesi, ideolojik bir fecaattir.

Eğer insanların/halkın refahını değil de özel sektörün ve sermaye çevrelerinin tatmin olmasını önceliyorsanız sol ile ne alakanız kalmıştır?

Gerçek sol perspektif ne olmalı?

Solun yanıtı, “ulus devleti güçlendirerek” değil, emekçi sınıfların uluslararası dayanışmasını kurarak verilebilir. Kapitalizmin küresel krizine karşı ulusal planlamadan ziyade, bölgesel ve küresel düzeyde dayanışmacı ekonomiler, emek ittifakları gerekir. Yani çözüm IMF ile, OECD ile, BRICS ile “çok boyutlu açılım” değil; sendikaların, köylü hareketlerinin, halk örgütlerinin ulusötesi dayanışmasıdır.
Zira ulus devletin güçlü olmasının halka veya insanlığa hiçbir katkısı olmayabilir de… Uç örnek olsa da, konunun anlaşılmasın açısından bahsetmek gerekirse Hitler’in Nazi Almanyası’nın güçlü bir ulus devlet olmasının kime ne yararı oldu? En başta Alman ulusu için bir yüz karasına dönüşmedi mi?
Türkiye’de de gerçek sosyalist perspektif, yalnızca vergi adaleti değil, stratejik sektörlerin kamulaştırılması, sendikal hakların güçlendirilmesi, planlı bir sosyalist kalkınma modelidir. Eğitim, sağlık, enerji ve iletişim hizmetleri kamunun denetiminde olmalıdır.

Kılıçdaroğlu’nun eline bu yazıyı kim verdi?

Kılıçdaroğlu’nun eline tutuşturulduğu anlaşılan bu yazı Gramsci ile başlıyor, ama Gramsci’nin öğrettiği “hegemonya çözümlemesi”ni değil, liberal kurumların onarılmasını salık veriyor. Lenin’i, Marx’ı, Rosa Luxemburg’u bir kenara bırakıp Rodrik ve Mundell’den ilham alıyor. Sosyalist değerler adına konuşurken aslında kapitalist düzenin sürdürülebilirliğini arzuluyor. Bu nedenle, yazının sol ile ilgisi yok; sol jargonu ödünç alarak merkez sağ bir kalkınmacılığı meşrulaştırıyor.

Gerçek sol duruş, kapitalizmin sınırlarını “daha iyi kurallarla” genişletmek değil; bu sömürü düzenini değiştirmek, emeğin, halkın, doğanın çıkarlarını önceleyen bir toplumsal düzeni kurmaktır. Yoksa Gramsi’yi bir yazının başına “meze” yapmak, Sosyalist Enternasyonal’e üye olan bir partinin genel başkanlığını yapmış biri için en hafif tabiriyle aymazlıktır.

Biz bu filmi biliyoruz…

Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına giden “Altılı Masa” sürecinde yayınlamıştık. Tekirdağ Milletvekili ve dönemin Parti Sözcüsü Faik Öztrak, İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması’nda yaptığı konuşmada Antonio Gramsci’ye atıfta bulunarak “Eskinin öldüğü ama yeninin henüz doğmadığı, bu arada çok farklı hastalık belirtilerinin ortaya çıktığı bir ara dönem”de olunduğunu söylerken Trakya Politik manşeti şu şekilde atmıştı: “Altılı Masa’nın Adayı Gramsci Olmalıdır!”

Yazının ve fikri takip yaptığımız bu konunun meraklısı aşağıdaki bağlantıdan yazıların tamamını okuyabilir. Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı’na aday olduğu seçimden önce yayınladığımız politik tahlil yazısı şu şekilde bitiyordu:

“(…)

Bir buçuk milyona yakın kayıtlı üyesi ve bunun birkaç katı sempatizanı bulunan bir siyasal parti zaten bahsi geçen atılımı onlarca yılda değil bir gecede yapabilme basiretine sahip olmalıdır. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki CHP de bunu zaten bir gecede gerçekleştirecektir. Seçimden önce… Veya seçimden sonra…

*

Milyonlarca kişinin beklentisi ezilen sınıflara ulaşılabilecek bu basiretin tarihi seçimden önce gerçekleştirilerek seçimden iktidarla çıkılması yönündedir. Zira bu seçimde iktidarı almayan CHP’nin sonraki seçimde Cumhurbaşkanı adayının Antonio Gramsci olacağı kuvvetle muhtemeldir.


Kemal Kılıçdaroğlu’nun, CHP’deki iktidar eliyle üretilen yapay “mutlak butlan” tartışmalarında hain yaftasıyla linç edilmesi kolaydır. Zor olan, Kemal Bey’in eline verilen yazıların nihai tahlilinde sömürülen halk sınıflarının ölüm fermanının imzalanmış olduğunu soldan bir teorik bakış açısıyla tarihe not düşmektir.

Bu gibi yazılar bugün Kemal Bey’in eline verilir; yarın başka birinin eline…

Önemli olan Küresel Kapitalizm ile bir derdi olmayanların ağzından Gramsci göndermelerini almak ve CHP gibi sosyal demokrat bir partide halktan ve emekçilerden, yani soldan yana bir programı hayata geçirmektir. Yazıyı buraya kadar okuma basireti gösteren okurun bir sonraki yazı kafasında şekillenmeye başlamış olabilir.

Gramsci’nin tezleri, Türkiye gibi bir ülkede neden iktidara ulaşmak için en gerçekçi seçenektir?
CHP gibi bir partinin içinden bir Gramsci fikriyatı çıkar mı?
En önemlisi CHP Gramsci gibi bir fikri öndere sahip çıkar mı?
Bu soruların yanıtını da bir sonraki yazıda verelim.




YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Trakya Haber

Trakya Politik

Trakya Gazetesi