Sosyalist Olmayan Enternasyonal ve Liberal Savrulma Nereye Kadar?
HABER-ANALİZ | 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde İstanbul’da toplanan Sosyalist Enternasyonal, adında hâlâ “sosyalist” geçmesine rağmen, tarihsel bağlamından ve sınıfsal özünden giderek uzaklaşan bir yapının güncel yansıması olarak dikkat çekiyor. Bir zamanlar kapitalizme alternatif olmayı hedefleyen uluslararası bir sınıf dayanışmasının kurumsal ifadesi olan Enternasyonal, bugün artık piyasa ekonomisine entegre olmuş sosyal demokrat partilerin buluşma zeminine dönüşmüş durumda.
Sosyalist Enternasyonal’in tarihi, 19. yüzyılın ortalarında yükselen sınıf bilinciyle şekillenen enternasyonalizm fikrine dayanır. Emekçilerin uluslararası dayanışma temelinde birleşmesi amacıyla kurulan ilk yapı, 1864’te Londra’da hayata geçirilen Uluslararası Emekçiler Birliği’dir. Bu birlik, Karl Marx’ın önderliğinde burjuva sınıfının küresel tahakkümüne karşı işçi sınıfının eşgüdümünü sağlamayı hedefler. Ancak zamanla anarşist kanatla Marksist kanadın çatışmaları derinleşir ve Birlik, 1876’da dağılır.
İkinci Enternasyonal, 1889’da Paris’te kurulur. Bu yapı, dünya genelinde sosyalist partilerin eşgüdümünü sağlar; 1 Mayıs’ın İşçi Bayramı ilan edilmesi ve 8 saatlik işgünü talebi gibi kararlar bu dönemde şekillenir. Ancak 1914’te patlak veren I. Dünya Savaşı, Enternasyonal’in sonunu getirir. Ulusal çıkarlar, enternasyonal dayanışmanın önüne geçer. Savaş sırasında birçok sosyalist parti kendi hükümetlerinin yanında saf tutar.
Üçüncü Enternasyonal, bir diğer adıyla Komintern, 1919’da Moskova’da kurulur. Lenin önderliğinde yükselen bu yapı, dünya çapında komünist devrimleri hedefler. Proleter enternasyonalizmi, bu dönemde en radikal biçimiyle yaşanır. Ancak zamanla Stalin’in kontrolü altında katı bir merkeziyetçilik gelişir. Komintern, 1943’te resmen feshedilir.
Modern anlamda Sosyalist Enternasyonal, 1951 yılında Frankfurt’ta yeniden kurulur. Ancak bu yeni yapı, seleflerinden farklı bir yol benimser. Marksist ekonomi teorisinden uzaklaşır, sınıf mücadelesini merkeze almaktan vazgeçer. Bunun yerine sosyal demokrasiyi, yani piyasa ekonomisinin çerçevesinde refah devleti reformlarını savunur. Kuruluşunda yer alan Batı Avrupa merkezli partiler, Soğuk Savaş ortamında açık biçimde antikomünist bir çizgi izler. Enternasyonal artık kapitalist sistemin sınırları içinde kalmayı tercih eder.
1970’lerden itibaren yükselen neoliberal dalga, sosyal demokrat partilerin ideolojik dönüşümünü hızlandırır. Margaret Thatcher ve Ronald Reagan’ın öncülüğünü yaptığı neoliberalizm, özelleştirmeyi, deregülasyonu ve kamu hizmetlerinin küçültülmesini savunur. Bu modele direniş göstermek yerine, Sosyalist Enternasyonal’e üye partiler çoğunlukla bu sürece uyum sağlar. Reformcu sosyal demokrasi, yerini piyasayla uzlaşan, işçi sınıfının değil “tüketici yurttaşın” çıkarlarını gözeten bir anlayışa bırakır.
1990’larda Tony Blair’in İngiltere’de İşçi Partisi’yle birlikte geliştirdiği Üçüncü Yol anlayışı, sosyal demokrasinin liberal ekonomiyle nihai uzlaşmasını temsil eder. Bu anlayış, sınıfsal eşitsizlikleri sistemin doğası olarak kabul eder ve onları azaltma amacıyla vergi indirimi, iş gücü piyasasında esneklik ve eğitim reformları gibi araçlar geliştirir. Üretim araçlarının mülkiyeti gibi temel sosyalist meseleler gündemden çıkar.
Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin 2000’lerdeki “Hartz reformları” da benzer bir yönelime işaret eder. Emek piyasasını esnekleştiren, sosyal yardımları kısıtlayan bu reformlar, sosyal demokrasinin işçi sınıfı lehine bir güç olmaktan uzaklaştığını gösterir. Bu bağlamda, Sosyalist Enternasyonal artık yalnızca isim düzeyinde “sosyalist” olarak anılır. Politik yönelimleri, liberal piyasa ekonomisiyle tam uyum içindedir.
Bugün Sosyalist Enternasyonal toplantılarında ele alınan gündemler, çoğunlukla demokrasi, dijitalleşme, çevresel sürdürülebilirlik ve barış gibi konular etrafında şekillenir. Bu başlıklar kuşkusuz önem taşır; ancak meselelerin sınıf temelli bir çerçevede ele alınmaması, yapının sosyalist niteliğini tartışmalı hale getirir. Şirketlerin demokrasiyi biçimlendirdiği, yoksulluğun sistematik hale geldiği bir dünyada yapısal çözüm önerisi sunamayan bir enternasyonal, dayanışma fikrini bir arzu temennisine dönüştürür.
Böylesi bir yapının sosyalist olup olmadığı sorusu, yalnızca kelime düzeyinde değil, tarihsel ve teorik bağlamda da ele alınmayı gerektirir. Sosyalist Enternasyonal, kolektif mülkiyetin, planlı ekonominin, artı değerin işçi sınıfına aktarımının savunulduğu bir hattı terk eder. Yerine, çok kültürlü piyasa toplumunun yönetişimsel reformlarını savunan bir çizgi gelir. Bu dönüşüm, sosyalist enternasyonalizmin evrensel bir hakikat olmaktan çıkıp, merkez solun dış politikasına eklemlenen bir söyleme dönüşmesini sağlar.
Bugün bu yapıya “sosyalist” demek, kelimenin tarihsel içeriğine haksızlık olur. Çünkü sosyalizm, yalnızca eşitlik fikri değil, aynı zamanda üretim ilişkilerinin köklü bir dönüşümüdür. Bu dönüşümden vazgeçen bir yapı, en iyi ihtimalle “sosyal demokrat enternasyonalizm” olarak tanımlanır. Oysa enternasyonalizm, devrimci bir duruşu, sınıf temelli bir politikayı ve sistemsel bir alternatif tahayyülü gerektirir.
Sosyalist Enternasyonal’in bugünkü haliyle, bu taleplerden çoktan uzaklaştığı görülür. Geriye, tarihsel bir hafıza ile güncel bir kimlik arasındaki gerilim kalır. Bu gerilim çözülmeden, enternasyonalizmin yalnızca biçimsel bir çağrıdan ibaret kalması kaçınılmaz hale gelir.
Enternasyonal Geleneğin Kökleri: Sınıfsal Dayanışmadan Küresel Uzlaşmaya
Sosyalist Enternasyonal’in geçmişi, 1864’te kurulan Birinci Enternasyonale, yani Uluslararası Emekçiler Birliğine kadar uzanır. Karl Marx ve yoldaşları tarafından şekillendirilen bu yapı, burjuva egemenliğine karşı işçi sınıfının uluslararası mücadelesini hedefliyordu. Ne var ki bu radikal sınıfsal duruş, 1951 yılında kurulan Dördüncü Sosyalist Enternasyonal ile keskin bir yön değişikliğine uğradı.
1951 Frankfurt’ta kurulan yeni “Sosyalist Enternasyonal”, adeta sosyalizmin uluslararası temsilcisi olma iddiasını bırakıp liberal parlamenter demokrasiler içinde “sorumlu muhalefet” rolüne talip bir kulübe dönüştü. Bu kopuşun temelleri, özellikle Soğuk Savaş bağlamında antikomünist pozisyon alışlarda, Doğu Avrupa’daki sosyalist devrimlere mesafe koymalarda ve Batı blokuyla ideolojik uyumda belirginleşti.
Dönüşümün İşaretleri: “Üçüncü Yol”, NATO Sosyalizmi ve Blairizm
Modern Sosyalist Enternasyonal’in geçirdiği dönüşümün en somut örneklerinden biri, 1990’larda Tony Blair’in İngiltere İşçi Partisi üzerinden formüle ettiği “Üçüncü Yol” politikasıdır. Bu modelde sosyalizm artık devlet mülkiyeti, merkezi planlama, sınıfsal çıkarlar gibi kavramlardan değil; “bireysel fırsatlar”, “piyasa mekanizmalarıyla sosyal adaletin sağlanması” gibi neoliberal kavramlarla tarif edilmeye başlandı.
Aynı şekilde Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) de Schröder dönemi Hartz reformlarıyla iş gücü piyasasını esnekleştirdi, işçi sınıfının kazanımlarını tırpanladı. Fransa’da François Hollande iktidarı, küresel sermayeyle tam entegrasyonu benimsedi. Sosyalist Enternasyonal üyesi bu partiler, neoliberal ortodoksiyle uyumlu hale gelmişti.
Bu noktada “Sosyalist Enternasyonal” adının politik gerçekliğe karşılık gelmeyen nostaljik bir etiketten ibaret olduğu söylenebilir.
Teorik Sapma: Sosyalizmden Sosyal Demokrat Enternasyonalizme
Enternasyonal’in dönüşümünü anlamak için şu temel soruyu sormak gerekir:
Sınıfsal temelli, üretim araçlarının kolektifleştirilmesini savunan bir sosyalist vizyon, piyasa ekonomisini veri kabul eden reformist çizgiyle nasıl bağdaştırılabilir?
Bugün SE bünyesindeki partilerin ortak ekonomik vizyonu:
- Özel mülkiyete dokunmamak,
- Refahı piyasa içinden “dağıtıcı” reformlarla sağlamak,
- Uluslararası finans sistemine entegre olarak ayakta kalmak şeklindedir.
Bu tablo, enternasyonalizmin temelindeki anti-kapitalist uluslararası sınıf dayanışması fikrinin yerini uluslararası uzlaşmacı reformculuğun aldığını gösteriyor.
Sosyalist Enternasyonal bugün, bir “sosyal demokrat enternasyonalizm” platformudur. Fakat bu enternasyonalizm artık devrimci bir ufka değil, yönetişimsel küresel istikrara hizmet etmektedir.
Güncel Toplantılar ve Derinleşen Çelişkiler
2025 İstanbul toplantısı, görünürde barış, eşitlik ve demokrasi gibi ilerici temalar etrafında düzenleniyor. Fakat gündemin içeriği dikkatle incelendiğinde, öne çıkan konuların çoğu — dijital güvenlik, kalkınma krizi, demokrasi ve etik — sistemin dönüşümünü değil iyileştirilmesini amaçlıyor.
Zirveye ev sahipliği yapan CHP’nin de bu tabloya teorik olarak bir itirazı yok. Parti uzun süredir sosyal demokrasiyi “orta sınıfın düzen içi huzur arayışı” olarak yeniden tarif ediyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcısı olması, partinin “merkez sol” evrensel şablona uyumunu temsil ediyor.
Sonuç Yerine: Sosyalizmin Adıyla, Sosyalizme Karşı
Bugün “Sosyalist Enternasyonal”in sosyalizmle ilişkisi, ancak tarihsel bir anı ya da ideolojik bir kalıntı düzeyindedir. Emek-sermaye çelişkisini ortadan kaldırmayı değil, bu çelişkiyi yönetilebilir hale getirmeyi amaçlayan bir anlayış, enternasyonalizmi dayanışmadan çok, konferans diplomasisine indirgemektedir.
Tarihte, devrimci gelenekler ve sınıfsal mücadeleler üzerine kurulu olan Enternasyonal fikri, bugün liberal demokrasi içindeki reformist aktörlerin birleşik sözcülüğüne evrilmiş durumda.
Bu noktada şu soruyu sormak gerekir:
Kapitalist sistemle bu denli iç içe geçmiş bir uluslararası yapı, “sosyalist” sıfatını taşımaya ne kadar layıktır?
Sosyalist Enternasyonal artık bir “sosyalist proje”den çok, vahşi kapitalizmin emek sömürüsü üstündeki baskısını bir nebze olsun azaltma rolündeki “demokrasi oyunu”ndan başka bir şey değildir.