Trakya Nükleere Direniyor!
“Doğanın bağışlayıcı olması, ona karşı sorumsuz olmamızı haklı kılmaz.”
– Rachel Carson
Türkiye enerji politikalarında yeni bir eşik atlamaya hazırlanırken, Trakya’nın kalbine nükleer bir hançer saplanmak isteniyor. Kırklareli İğneada’da kurulması planlanan nükleer santral, sadece bir yatırım projesi değil; Trakya’nın doğasına, tarımına, suyuna ve sosyolojik dokusuna karşı planlanmış potansiyel bir felakettir.
Bir Biyolojik Hazine: Longoz Ormanları
Santralın yapılması planlanan yer, Avrupa’nın en büyük subasar ormanlarından biri olan İğneada Longozları’nın hemen yanı başı. Burası 544 bitki türü, 270 kuş türü, 28 sürüngen ve 24 balık türüne ev sahipliği yapıyor. Buradaki biyoçeşitlilik sadece Türkiye’nin değil, Avrupa’nın da gözbebeği.
Ama planlanan nükleer santral, bu zenginliğin üzerine bir sis bombası gibi çökebilir.
Bir nükleer sızıntı, tıpkı Çernobil sonrası Karadeniz tarımının yıllarca güven kaybetmesi gibi, Trakya’nın tarım ürünlerini ihracat dışı hale getirebilir. Üzüm, ayçiçeği, buğday… Hepsi “riskli bölge ürünü” damgası yiyebilir.
Deprem Riski: Felaketin Ta Kendisi
İğneada, Kuzey Anadolu Fay Hattı’na sadece 25-30 kilometre uzaklıkta.
Üstelik İstanbul depremi her an beklenirken…
Bu kadar yakın bir mesafeye nükleer santral kurmak, Fukuşima faciasından ders almamaktır.
Hatırlayalım: Japonya gibi mühendislik devlerinin bile başa çıkamadığı bir nükleer kriz, bizde nasıl sonuçlar doğurur?
Deprem sadece binayı yıkmaz; soğutma sistemini durdurur, elektrik akışını keser, reaktörü dengesiz hale getirir.
Ve bu bir sızıntıyla bitmez: Bu, yüzyıllar sürecek bir çoraklaşmadır.
Su Hayattır… Ama Ya Kirlenirse?
Nükleer santraller, tıpkı devasa termik santraller gibi yoğun soğutma ihtiyacı duyar.
İğneada gibi hassas bir ekosistemde bu ihtiyaç, yer altı sularına, derelere ve longozlara göz dikilmesi anlamına gelir.
Santralin yayacağı radyonüklidler, sadece toprakta değil, suda da birikir.
Trakya’nın can damarları olan Ergene ve Rezve dereleri, Karadeniz’e değil, çocuklarımızın bedenine akar.
Alternatif Yok mu? Var. Hem de Bolca Var.
Trakya, Türkiye’nin en yüksek güneşlenme süresine ve rüzgar kapasitesine sahip bölgelerinden biri.
Çorlu, Lüleburgaz, Süleymanpaşa… Rüzgar türbinleri için ideal alanlar.
Güneş enerjisiyle neredeyse her ilçenin elektrik ihtiyacı karşılanabilir.
Peki neden pahalı, riskli, dışa bağımlı bir teknoloji tercih ediliyor?
Cevap basit: Nükleer santral “ekonomik” değil; siyasi bir simge olarak görülüyor.
Oysa iklim kriziyle mücadelede asıl ihtiyaç, esnek, yenilenebilir ve yerli kaynaklara yönelmek.
Nükleer Karar, Yerelden Kaçırılmıştır
Bir başka tehlike daha var: Bu devasa projeye dair ne bir halka açık danışma süreci yürütüldü, ne de yerel yönetimlerin görüşü alındı.
Oysa nükleer enerji, sadece enerji uzmanlarının değil; tarımcıların, çevrecilerin, belediyecilerin ve halkın da söz hakkı olması gereken bir konudur.
Çünkü radyasyon, sınır tanımaz.
SON SÖZ YERİNE: Bu Sadece Trakya’nın Meselesi Değil
İğneada’da kurulacak bir santral, sadece Kırklareli’ni değil; İstanbul’u, Edirne’yi, Tekirdağ’ı, Çanakkale’yi hatta Bulgaristan’ı bile tehdit eder.
Nükleer enerji, yüksek teknolojiyle donatılmış olsa da, insan hatasına ve doğa olaylarına karşı kusursuz değildir.
Bu yüzden dünyanın en gelişmiş ülkeleri nükleer yatırımları bir bir terk ediyor.
Almanya, Belçika, İtalya… Onlar geri çekiliyor, biz ilerliyoruz.
Ama bu ilerleme, bilime değil, inada; çevreye değil, ranta; geleceğe değil, iktidar oyunlarına hizmet ediyor.
Ve tam da bu yüzden ses çıkarmak zorundayız.
Çünkü sustukça, sadece bir santral değil; tüm bir gelecek inşa edilecek yanlış temeller üzerinde.
Bu yazı, doğayı seven, geleceği düşünen ve Trakya’nın toprağına sahip çıkan herkes içindir. Geri dönüşü olmayan bir yola girmeden önce, hep birlikte durup düşünmenin vaktidir.
Ve şimdi o düşünmenin, o ses vermenin, o ortak vicdanı büyütmenin vaktidir.
Bu Cumartesi, Edirne Barosu’nun ev sahipliğinde, Trakya’nın kalbinde bir buluşma gerçekleşecek.
Bilimin, hukukun ve vicdanın aynı masada birleşeceği o panelde; yalnızca enerji değil, ekosistemler, geçimlik tarım, yaşam hakkı ve çocuklarımızın geleceği konuşulacak.
Yer: Edirne Barosu Av. Hayrettin Belli Konferans Salonu
Tarih: 26 Nisan 2025, Cumartesi
Saat: 13.00 – 17.00
Prof. Dr. Yılmaz Çamlıtepe, Prof. Dr. Doğanay Tolunay ve gazeteci-yazar Özgür Gürbüz’ün katılımıyla gerçekleşecek bu buluşma, nükleer tehdide karşı ortak söz üretmenin bir vesilesi olacak.
Şimdi konuşma, anlatma ve direnme zamanıdır.